18 Aralık 2010 Cumartesi

Tövbe..



'' Yarabbi kabul olmayan tövbeyede tövbe ederim ''

~İbrahim ethem Hazretleri~

Ey nefs-i emmârem !


Ey nefs-i emmârem!

Sana tâbi değilim. Sen istediğin şeye ibadet et ve istediğin şeyin peşine düş;

ben ancak ve ancak beni yaratıp,

şems ve kamer ve arzı bana
musahhar eden
Fâtır-ı Hakîm-i Zülcelâl’e abd olurum.


Söyle Ey Aşk Ustam..






Zamana yenik düşen hatıralarım var, zamana yemin düşen an’larım. Hayâlhânesinde sükûtu içen derviş kılığım, tüm pejmürdeliğiyle toz alan bir köprüde. Yıkık evler artığıyım, kabul görmedi dilimdeki lâl tadım. Çöle kuyu bulduran gözyaşlarım, gecelere taşıdı yorgun yamaçlarımı. Düşkünlüğüm düşümde üşüdü, açıldı döşümde kocaman bir yara…

Söyle Ey Aşk Ustam; kaç vakti öldürür ölmüşlüğüm, kaç vakti diriltir nevbahar edâsıyla? Hem baharlar değil miydi, hep sona çıkan? Yapraklar değil miydi, döküldükçe içimde yaşlanan? Uludağ’ımda beslenen o kar, Emirhan’ımda süzülen rüzgâr… Esmeyi esmer akşamlara bırakan lodaslar… Ovaya yaslanan şu deli başımla, hangi kıyı görünür muştu diye nazarıma?
Kemâline eren seher esiriyim, olgunlaşmaya bir imtihan daha Şems yakınlığına. Çok sözle yitirmek istemedim leylimi. Leylâ uzaktaydı, uzaklar kalbimin bahtı. Neylesin hayât, acılar birike birike tatlı. Sâzendelere karışsam da sazımda yakılmış bir türkü olsan. Yaksam mektup kenarlarını, söksem mendil karanlığını. Fezâya füzun nücûm yalnızlığı. Her takvim kâğıdına söylenecek bir sızı, not edilecek bir yazı. Hadi yaşanmamış say, bütün zamanı. Târihçe-yi hayâtıma nasıl derim, çek git… Git gidebilirsen; aşk, kıyıların çarpan dalgası. Sevdâ, kabrin katmerli zulümâtı.
Nasıldı sokak demirlerine bağladığım lâstikler? Atlayarak mı aşmıştık her oyun kanalını? Seksekte en güzel taş kimindi? Ondan mı attın, dolu bilip boşluğuma düşen taşları? Uçurumdan kurtarıyorum her zaman, ümidimin solgun yanını. Kimseyle derdim kalmadı, iyi mi? Aşk ki en yüce dert, çöküyorum derinlerin bilmecesine ve bulunamıyorum. Kaldı ki bulunmak isteyen kim; kayboldukça varlaşıyorum….
Şimdi Ey Aşk Ustam söyle! Meçhul gemisinde aşkın, merhume oluşum kayda değer midir? Gayba geçer midir, geçitsizliğim? Ölüm, düğün şöleni. Tüm yaralarım Yâr’dan armağan, bergüzârlığım bundan. Neyim kaldı ki… Sor caddelerin haddi aşan yüzüne; aşk sakınmak değil miydi kendini,kendinden bile. Hey âvâze sessizliğim, nerdesin yine? Cânımda parçalarını bile parçaladığın o haykırışla, kuytular kömür bakışlı. Gel elmas kıl, mâden ocağımı…
Sonsuzluk çağrısına ses ver ey aşk! Mevti tadacak nefsime değil, ölümsüz ruhuma kaynaş. Kaynadı tenceremde pişirilen aş. Sen gel de aş,mutfağa varan yolu. Çatıkatı dondurur köşelerde ağlamaklı çocukluğunu. Çocukluğum; hiç büyümedin sen. Sakın ellere verme, elini emi? Buzdandır yabancı yollar, kaydırır ayağını. Alçıya alınsan da, alınır gönül kaldırımı. Sen hiç kaldırımları incittiğine inandın mı? Ağrılar,tek bir yerde mi yaşanır? İç sesli o büyük konuşma,halka açık bir seminer olsa, deliliğim meşhur olacaktı inan bana. İnsan kendine şöhret olur mu âfetken; olamadım da…
Kışlıklar çıksındı dolaptan gayrı. Isıtmaz ince örgülü hırkalar, incelmiş yüreğimi. Kalın örmeli artık herşeyi. Aşkı kalın ipliklerle örmeli, göstermemeli içini. İçinde ne saklı ki… Boşluk bile mahremdir aşka girince. Âlem zannederken en iyilerden olduğunu, titre ve aldanma! Gayb perdesi aralandığında aşksız kalırsan eyvah sana! Yüreğim, duyuyor musun hadi uyan! Fecr-i sâdık olma duâsında kal… O dipsiz kuyuda, o yalnızlıkta anan-baban uzakta, hesâbı ve kitâbı düşüneceksen eğer, titre de kendine gel… Kime git biliyor musun; tahta çarparken başına, hırçın- acıklı-hüzünlü dalgalarda, öyle birisine git ki hiç uyumasın başında. Toprak örterken cümle varlık varlığın kapanırken,kapan secdegâhına. Aşk secdelerin en şevkli hâli. Arıt Allâh’ım, bozbulanık akan nehrimi.
Sana akmayacaksa,bu nehir nehir değil. Sana yanmayacaksa bu mektuplar harf değil… Sende kurumayacaksa bu toprağın adı ne? Seninle yarılsın kalbim yedi kat göğün fevkine… Yükselt Allâh’ım aşkının keremiyle… “bizi bu çöllerde mahvettirme”
Bîçâre çâresini ister Allâh’ım,aşk dergâhında kıtmirlik diye…
/Bilmem ki ne kadar sustum,her tevbede suçluyum…/
Fâtımâ Zehrâ MERİNOS

15 Aralık 2010 Çarşamba

Uyan be kardeş! Bu feryat senin içindir. Senin imanın için feryat ediyor.


Günümüzde kâfirden daha tehlikeli olan münafıklar içten türedi, iman kalesini içten yıkmaya başladılar. Bunlar diğerlerinden daha tehlikelidirler. Çünkü kâfirin hedefi var, bunların hedefi yok. Bu sapıtıcı imamlar sûret-i haktan göründüler, hepsi de müslümanları kurdukları dinlerine ayrı ayrı dâvet ettiler.

Nitekim bu tehlikeyi gören Bediüzzaman Hazretleri buyururlar ki:

“Bana ızdırap veren, yalnız İslâm’ın mâruz kaldığı tehlikelerdir. Eskiden tehlikeler hariçten gelirdi. Onun için mukavemet kolaydı. Şimdi tehlike içeriden geliyor. Kurt gövdenin içine girdi, şimdi mukavemet güçleşti. Korkarım ki cemiyetin bünyesi buna dayanamaz. Çünkü düşmanı sezemez. Can damarını koparan, kanını içen en büyük hasmını dost zanneder. Cemiyetin basiret gözü böyle körleşirse iman kalesi tehlikededir. İşte benim ızdırabım, yegâne ızdırabım budur. Yoksa şahsımın maruz kaldığı zahmet ve meşakkatleri düşünmeye vaktim bile yoktur. Keşke bunun bin misli meşakkate maruz kalsam da iman kalesinin istikbâli selâmet olsa.” (Bediüzzaman Said Nursi: Eşref Edip; sh. 16)

Uyan be kardeş! Bu feryat senin içindir. Senin imanın için feryat ediyor. Dost ve düşmanını tanı artık! Koyun postuna bürünen kurtlardan sakin artık!

Bu mübarek zât nasıl da bu münafıklıkları görmüş ve ne kadar üzülmüş. Artık bu feryadın karşısında uyanmanız lâzım.

Uyan be kardeş! Düşmanını tanı! Bunlar daha evvel de kazancınızı aldılar, kanlarınızı emdiler, sizi imanınızdan ettiler.

Bir bak, ipin ucu kimin elinde! Küfür diyarından kumanda ediyor, küffara yaranmak için peşkeş çekiyor. Din-i Islâm’dan ve güzel vatanımızdan seni mahrum etmek için çalışıyor.



Bediüzzaman Hazretlerinin diğer bir tarifi de şöyledir:

“Ecnebilerin tâğutlarıyla ve fünun-u tabiiyeleriyle (tabiat fenleriyle) dalâlete gidenlere ve onları körü körüne taklit edip ittibâ edenlere binler nefrin (lânet) ve teessüfler!

Ey bu vatan gençleri! Frenkleri (Avrupalıları) taklide çalışmayınız! Ãyâ (acaba) Avrupa’nın size ettikleri hadsiz zulüm ve adâvetten (düşmanlıktan) sonra, hangi akılla onların sefahet (akılsızlık) ve bâtıl efkârlarına (fikirlerine) ittibâ edip emniyet ediyorsunuz? Yok yok! Sefihâne (akılsızca) taklit edenler, ittiba değil, belki şuursuz olarak onların safına iltihak edip (dahil olup) kendi kendinizi ve kardeşlerinizi idam ediyorsunuz (yok ediyorsunuz).

Âgâh (uyanık) olunuz ki, siz ahlâksızcasına ittiba ettikçe (uydukça), hamiyet (iman ve İslâm’ı savunma) dâvâsında yalancılık ediyorsunuz. Çünkü şu surette ittibânız, milliyetinize karşı bir istihfattır (küçük görmedir) ve millete bir istihzâdır (alay etmedir).

(.......)

İşte muzır (zararlı) kâfirler ve kâfirlerin yolunda giden sefihler (akılsızlar), Cenâb-ı Hakk’ın hayvanâtından bir nevi habistirler (pistirler).” (Lem’alar)

Narcılar bu Âyet-i kerime’ler karşılarına çıkınca şaşırdılar, içyüzleri ortaya çıktı diye. Oysa bu bir iman ve küfür çarpışmasıdır. Onlar küfrü savunmaya çalışırken biz de imanı savunmak zorundayız.

Nitekim ALLAH-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:

“Ey Peygamber! Kâfirlerle ve münafıklarla savaş, onlara karşı sert davran. Onların varacağı yer cehennemdir. O gidilecek yer ne kötüdür!” (Tevbe: 73 - Tahrim: 9)

La Edri

Sen ki ;



Sen ki, ALLAH'ın ‘bak’ diye hitap ettiği varlıksın.

Niçin bu yoldan körler gibi yürüyüp geçiyorsun?

Bahar rüzgarı gibi güllerin üzerinden geçip gitme, gülistanın manasına dal.


Muhammed İkbal

8 Aralık 2010 Çarşamba

....




...
Sen bana mı soruyorsun,
yaLnızLığı sever misin Diye ?

Ben ki;
Çayı biLe iki şekerLi içerim,
BirLikte erisinLer Diye.