27 Ekim 2010 Çarşamba

Ey gurbet yolcusu !






Ey özüne yabancı olan!

Ey gurbet yolcusu!

Yolun uzun menzilin uzak.

Yükünü hafiflet! Varlığı bırak.
Yokluk kanadını tak.

Âşıklık menzilinde “varlık” yolcuya engeldir.

Gönlünde aşk dalgaları kabarsın.
Varlık şehirlerini yıkıp yağmalamalısın.

Çünkü;
“O yücelikte
“Ben”
“Biz”
veya
“Sen”
yoktur

“Ben”
“Biz”
“Sen”
ve
“O”
hep biriz.”

Alıntı

Sana hiç ile geldim Rabbim !..





Rabb'im!
Bütün meşguliyetlerimi Senin İlahi Rızan için yapmamı nasip eyle!
Azaptan korunmakla meşgul olmamı nasip eyle!
Azaba götürecek meşguliyetlerle benim aramı ayır Rabb'im!
Bana dosdoğru yaşamamı
Ve Cennetini nasip eyle!

Yar Çekimi





Beni alıp feza füzesiyle gözümü bağlayıp,

atsalar sırtımdan itip;

yine İstanbul'a düşerim!

-Yer çekimi - değil,

-Yâr çekimi- derim ...

Küçük İskender

19 Ekim 2010 Salı

Ey İnsan ! Yalnız O'na Sığın..





"Ey insan! Eğer yalnız Ona abd olsan, bütün mahlukat üstünde bir mevki kazanırsın. Eğer ubudiyetten istinkaf etsen, aciz mahlukata zelil bir abd olursun.

Her kim kendisini Allah’a malederse, bütün eşya onun lehinde olur. Ve kim Allah’a mal ...olmasa, bütün eşya onun aleyhinde olur. Allah’a mal olmak ise, bütün eşyayı terk ve her şeyin Ondan olduğunu ve Ona rücu edeceğini bilmekle olur.

Allah’a hakiki abd olan, başkalarına abd olamaz.

Maden her yer misafirhanedir. Eğer misafirhane sahibinin rahmeti yar ise, herkes yardır, her yer yarar. Eğer yar değilse, her yer kalbe bardır ve herkes düşmandır."

17 Ekim 2010 Pazar

Gözyasi Rahmettir......




Ağlayıp gözyaşı dökmenin ALLAH korkusu ile bir ilgisi var mıdır?

Her ağlamanın ALLAH korkusu ile ilgisi yoktur. Rol icabı da olsa ağlayıp gözyaşı dökenler çoktur. Ancak, ALLAH korkusu ile ağlamanın fazileti büyüktür. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

(ALLAH ı anarken, ALLAH korkusu ile gözünden yaş akana, kıyamette azap olmaz.) [Hakim]

(ALLAH korkusu ile ağlayan göze, Cehennem ateşinin dokunması haramdır) [Nesai]

(Kıyamette herkes ağlayıp gözyaşı dökecektir. Ancak dünyada ALLAH korkusu ile, bir damlacık gözyaşı dökenler ağlamayacaktır.) [İsfehani]

(ALLAH korkusu ile, gözünden yaş akan mümini, Hak teâlâ ateşten koruduğu gibi, ateşi de onun nurundan korur.) [İbni Mace]

(ALLAH için gözlerinden yaş akan müminin vücudunun, Cehennem ateşinde yanması haramdır. Bir damla gözyaşı ile yanağı ıslanan kimsenin yüzü, hiçbir zaman darlığa düşmez. Kıyamette her şey ölçülür, tartılır. Bunlardan ALLAH korkusu ile akan gözyaşı, ateş deryasını söndürecek güçtedir.) [Beyheki]

(Vücudu ALLAH korkusu ile ürperen kimsenin günahları, ağaçtan yaprakların dökülmesi gibi dökülür.) [Beyheki]

(ALLAHü teâlâ, Hz. Musa ya buyurdu ki: "Benden korkup ağlayarak yapılan ibadet, diğer ibadetlerden üstündür." [Taberani]

(Cenab-ı Hak, yemin ile buyuruyor ki: "Dünyada benden korkarak ağlayanı, Cennette ebedi güldürürüm." [Beyheki]

(Sağılan süt, tekrar memeye girmediği gibi, ALLAH korkusundan ağlayan da ateşe girmez.) [Tirmizi]

(ALLAHü teâlânın, himayesinden başka hiçbir himayenin bulunmadığı kıyamette, himayesine aldığı yedi kimseden biri de, yalnız iken ALLAH ı anıp gözünden yaş akan kimsedir.) [Buhari]

(ALLAH korkusu ile gözden akan bir damla göz yaşından veya ALLAH yolunda akıtılan bir damla kan damlasından daha kıymetli, ALLAH indinde bir damla yoktur.) [Tirmizi]

(Ağlayın, ağlayamazsanız, kendinizi zorlayın, hüzünlenin! Kıyametteki azabın dehşetini bilseniz, ayakta duramayacak hâle gelinceye kadar namaz kılar, sesiniz kısılıncaya kadar ağlarsınız.) [Buhari]

(Her mümin dağlar kadar günah ile mescidimizde bulunsa, ağlayan şu kişinin hürmetine oradakilerin hepsinin günahları affolur. Çünkü melekler "Ya Rabbi, ağlayanları, ağlamayanlara şefaatçi kıl!" derler.) [Beyheki]

İbni Ömer hazretleri buyurdu ki:

(ALLAH korkusu ile bir damla gözyaşı akıtmak, binlerce altın sadaka vermekten daha kıymetlidir.) [İhya]..

Dün ya, ya yarın?



Dün ya, ya yarın?

DÜNYA BİZE gülmüyorsa oturup ağlayalım mı? Ağlamaya değen nedir, gülmeye değen nedir değişen dünyada? İzafiliğin resimleri, değişimin sesleri; sevinçleri deliyor, kederleri lezzetlere çeviriyor… Çepe çevre saran üzüntü vey...a lezzet; bir rüzgârlık serap… Silik sahiplenmeler, sahici olmayan hallerden hallere dönüyor dünya… Durmuyor gidiyor; uzak iklimlere, uzak dünyalara…

Dün ya oldu, yarın daha doğmadı… Bugünün sıkışmışlığında kâh o yana kâh bu yana kıvranıp duruyoruz, elde var; hiç… Hiç; hiçbir zaman varlığını bu zaman kadar hissettirmedi… Maddenin zirvesinde, görüntünün zevksiz ve hissiz şatafatında dönen kısır döngü; manayı, zarafeti, gizemin güzelliğini gizledi… Gülenlerin ve ağlayanların sesleri birbirine karıştı, ne sevinen sevindiğiyle kaldı ne de dertli derdiyle… İyi ki dönüyor, iyi ki dönmekle birlikte ileri gidiyor dünya, yoksa gamlı olan neşeyi bilmez, neşeli olan gamı bilmezdi… Siyahta olanlar siyahta kalır, beyazda olanlar beyazda; aradaki rengârenk renkler bilinmezdi…

Tek düze, tek ses, tek renk akardı hayat; acı veya tatlı… Acının tadı, tadın acısı bilinmezdi durgun duygularda… Durduk yerde durulur bir adım atılmazdı, kemale… “Çaresi olan şeyde acze, çaresi olmayan şeyde cezaya düşülmez” düşünülmezdi… Ezen ezdiğiyle kalır, ezilen ezildiğiyle… Reziller ve azizler, aşağıdakiler ve yukarıdakiler, güçlüler ve zayıflar, zenginler ve fakirler, idare edenler ve idare edilenler, aldatan ve aldananlar hep aynı kalırdı dönmeseydi dünya…

Dönersen dön, gidersen git; Esmasız, ahiret mezrası olmayan yöne… Tutan yok, sana olan tutku azaldıkça hürriyet ve hiffet artıyor… Seni yetişmek, seni tutmak mümkün mü? Bir tekmede atıyorsun aşağılara… Zahir aldatman zehirli bal gibi; yemeyen iştahlı, yiyen bin pişman…

Karnın ateş dolu, yüzün güllerle gülüyor, kuşlarla ötüyor, çiçeklerle renk veriyor olsa da… Derin bir karanlık kaplı neşenin hemen altında, ağlayanların seslerini duymuyor sağır sultanlar… Servet, saltanat, şehvet düşkünleri düşmüşler çukuruna bir şekilde; ne çıkabiliyorlar, ne de tam yerleşebiliyorlar...

Dünya durmuyor gidiyor; güleni ağlayanı, başaranı başaramayanı, sevinçlisi kederlisiyle karışık… Akıyor anlar, geçiyor günler… Zaman rüzgârı tozları ve tohumları karışık savuruyor; üzülmek üzülmek değil, neşe neşe değil…

Gerçek, geldik gidiyoruz… İyi ki kalıcı değil, dert de deva da… Ne dertsiz olunuyor, ne de dertle… Ne elemsiz, ne de lezzetsiz… Hızlı dönüyor dünya; hızına ve hazına yetişemiyoruz… Boşlukta yürümeye alıştık, nasıl dönersen dön, gidersen git. Belki de boşlukta yürümek kanatlanmamız için gerekli, sen bize güle güle demeden biz sana Allah’a ısmarladık demek; özlemimiz güzellik.

Hüseyin Eren

Dostun dosta,sevenin sevgiliyle muhabbetidir dua..



Yürekten kopup gelen niyaz,edeple eğilen baş ve gözden
Süzülen bir damla yaştır dua…
Sonsuz Kudret ve Merhamet Sahibinin kapısında heyecan
Ve umutla bekleyiştir dua..
Karşılıksız ,sınırsız verilmiş nimetlere teşekkürdür dua..
Dostun dosta,sevenin sevgiliyle muhabbetidir dua..

Dinle beni yüreğim…



Dinle beni yüreğim…
sadece ve sessizce dinle….
ve selam et yüreğim…
sevdaya aşka dair ne varsa hepsine selam et. ……..

Bir yalvarışla çıkmıştık yola biz…
bir haykırışla…
umutlarımızı anlatmıştık susayan gönüllere…..
biz sevdanın esiriydik yüreğim….
biz aşk askeriydik…

Şimdi bir köşede bükükse boynumuz…
ağlıyosak hala,incilmişsek yine toparlanma zamanı yüreğim….
bu yolda acının adını GÜL koyduk biz….
zehirin adını BAL koyduk biz….
itselerde, herkesi DOST bildik biz….
bilelim yüreğim hep böyle bilelim biz…

Dertlere siper olma zamanı,gönüllerde sevda olma zamanı..
yüreğim kışın bahar olma zamanı….
hadi bir umut yine…
kalkalım ayağa..
hadi silelim gözyaşlarımızı…

kimse görmesin bilmesin ağladığımızı…
dostumuz olan geceyi bekleyelim yüreğim….
vede bizi yalnız bırakmayan yıldızlarımızı..
onları dost seçtik biz kendimize…
çünkü hem çok uzaktırlar hemde çok yakındırlar…

vede ışıklarıyla geceyi ne güzel aydınlatırlar…
örtsün yüreğim gece bütün yaralarımızı….
saklasın bizim gözyaşlarımızı…..
elimizi kaldırdık ya semaya biz….
UNUTMA yüreğim biz istedik AŞIK olmayı RABBİMİZDEN…
biz istedik dertleri can-ı gönülden…
gelsin dedik…
sevginin fedakarlığı olacakdı elbet….

Yüreğim AŞIKLAR için burası sadece bir gölgelikti..
yani okadar kısaydı..
O yüzden AŞIKLAR buraya hiç kıymet vermediler….
kimseyi incitmediler..
değmezdiki zaten bir gölgelikdi bura onlar için…
onların yurdu AŞIKLAR DİYARIYDI…..

ne kadar uzağız dimi yüreğim oraya..
gayret yüreğim…gayret ve az sabret yüreğim….
kapı kapı dolaşma zamanı şimdi…
sevginin sahibini anlatmak için…

kovulsakda anlatma zamanı yüreğim aşkın sahibini tanıtmak için…
anlatalım haykıralım ve yanalım yüreğim…
nereye gidiyor bu insanlar diye….
ağlayalım yüreğim ağlayalım…
bize sevgiyi öğretmişti RABBİM….
sevgiyi tanımamız için bize anne baba eş dost göndermişti…..
ama bunlar araçtı yüreğim…
basamak basamak HAKKA ulaşmak için….
sevmekti yüreğim sadece onun için….

Hüzün mevsiminde dökülen yaprak gibiyiz….
savrulduk heryere..
kaybettik benliğimizi..
unuttuk nerden geldiğimizi ve nereye gittiğimizi….
ve şimdi yüreğim….
hatırlama ve hatırlatma zamanı…

gözler sahtelikleri gördü hep..
eller sahteye uzandı hep…
kaç el yetim başını okşuyor yüreğim…
kaç el bir gözyaşı siliyor….
oysaki bu eller bize yüreklere dokunmak için verilmişti…




ve kaçımız şimdi gerçekleri görüyor..
kaçımız işine geleni görüyor….
oysa yüreğim bu gözler hakkı görmek için verilmemişmiydi…..
ve kaçımızın kulağında sevgi sözcükleri çınlıyor….
kaçımız iyi şeyler duyuyoruz..
oysa bunların hepsi bize bir duyguyu büsbütün yaşamak için verilmişti….

AŞK…
işte ozaman göz onu görürdü,kulak onu duyardı,ayak ona varırdı,el ona uzanırdı……



Hasret yükünü sırtlayarak çok yollar aldık…
gözyaşlarımızı gönlümüze akıttık…
ve yüreğim senle beraber kanadak,acıtıldık,incitildik,itildik……
varsın yapsınlar yüreğim….
biz burda kalıcı değiliz…
varsın yapsınlar yüreğim biz lanet edici değiliz….
her şeyi gören her şeyi görüyo yüreğim…
sen üzülme…mahzun olma….



Umut hayalimiz olsun..

sevdamız sermayemiz olsun…
gözlerimiz ışığımız olsun…
sözümüz özümüz olsun…
halimiz aşkımız olsun…
benliğimiz HAK ESİRİ olsun…..
güneşimiz rüyamız olsun….
ve bir gün öldüğümüzde ADIMIZ AŞIK KONSUN…..



hep diyorum ve hep diyeceğim yüreğim sanma AŞK kolay değildir….
AŞIKLAR DİYARINA varmak kolay değildir…
bedelde herşeyi ister….
AŞIKLAR kendilerini düşünmezlerdi kendileri yoktiki zaten onlar hiç buraya ait olmadılarki….
onların yaşadığı acıları yaşamadan bu yolda sana yol yok yüreğim..
yol yok…..



ve yüreğim yine gitme zamanı….

Rahman ve Rahim Olan Allah'ın Adıyla..



““…Sakın şeytan, Allâh’ın affına güvendirerek sizi kandırmasın..!”
(Lokmân Suresi 33. Ayet)

İnşirâh! İnşirâh!



Âh! İnşirâh! Yâ Allah!..
İnşirâh, Yâ Allah!

Kalemin ve kâğıdın kaldıramayacağı, harflerin ve imlânın taşıyamayacağı bir dert var içimde. Çilenin ifadesine kalksam, mübalâğa ölü doğar dudağımdan. Kelimeler tefritte çoğalırken ifratta can verir bütün mânâlar. Ancak yine de yazının bedenine ihtiyacım var. Ruh, kara mürekkebin ucunda şimdi...


Keder, bütün zehirlerini sunuyor kadehime. Endişe, tüm zerrelerime varasıya dek kemiriyor hücrelerimi. Hüzünlerle örtülü gönül meclisimde sâkînin boynu bükük, peymânenin ateşi sönük... Ne dökülen meyin lezzeti var damağımda, ne de inleyen neyin ezgisi kulağımda... Derûnumda bütün ifâdeler tarifsiz ve bütün tarifler ifâdesiz... Nereye baksam acı, sancı, gam... Gün geçtikçe büyüyor kavgam. Âh ne yapsam? Ne yapsam da aralasam, aslında hiç kapanmayan kapıları...
“Melâle âşina bir nesil” de gelse, bilirim, benim elemime lâl kesilir dilleri… Bilirim, ben yine kendimleyim. Gönül âyinemde kendimi seyrettim de, ahvâlim nihâyetinde tek kelime: Çile! Şimdi dolansam kırk zeytin ve bir testi su ile. Nâfile...


Hani hikâyedeki gibi... Son haddine varasıya kadar suyla dolu bir bardağın üzerine konan gül yaprağı olsam. Girsem kapından. Âh ne yapsam? Ne yapsam da aralasam aslında hiç kapanmayan kapıları...


Bunca dert ve onca kasvetten sonra kapanmayan kapıların son/ucundayım. Ey bana şahdamarımdan daha yakın olan Allah’ım! Şüphesiz Sen beni benden daha iyi bilensin. İnşirâh! Koca bir okyanusum, her damlası günah kokan bir suyum. İnşirâh!..


Yûnus diyor ya:


Bunca varlık var iken gitmez gönül darlığı
Tak etti bu gönül darlığı, dilimin tokmaklarına dayandı.
İnşirâh! Yâ Allah!

Hata ettim ve nihâyet Sen’in kapına geldim. Değil mi ki Sen; “Sen’in göğsünü açıp genişletmedik mi?” diyensin. “Belini büken yükünü üzerinden kaldırmadık mı?”, “Sen’in şânını yükseltmedik mi?” kelâmını işitip de bir alev gibi titrememek, bir zelzele gibi kalbi titretmemek elde mi?
Sevgili... Kelâmının her bir kelimesini kendine yâr edinen bu fakîr, kendini yalnız hissedebilir mi, ey Sevgili? Ben kendimi bıraktığımda bile beni bırakmayan ilâhî müjdeni sol yanımda taşıyorum. Yâ Mevlâ, dünyâ denen bu zindânda ancak böyle yaşıyorum. Hücremde... Kimse bilmez; sırrı ifşâ eden kamışların sesi her ân yankılanır içimin vâdîlerinde, gül kokusu getiren sabah melteminin âsûde esintileri yayılır içimin vâdîlerine. Kimse bilmez, bu dîvâne nasıl yaşar kalp kalesinde…
Dünyâ bana büyük, dünyâ bana yük... Koca âlemi omuzlarıma, gönül âyinemi avuçlarıma koyuyor; ah yine de ağır basan ve cam kırıklarıyla parçalanan ellerimi kurtaramıyorum. Yaralarımı kendim saramıyorum. Soramıyorum sana ey her şeyimi, her zerremi bilen Rabbim...


Ancak yine de bir cevap buluyorum kelâmında:


“Şüphesiz güçlükle beraber bir kolaylık vardır.”
“Gerçekten, güçlükle beraber bir kolaylık vardır.”
“Öyleyse, bir işi bitirince diğerine koyul.”
Ne olur, kuşat fikrimi hikmetinle. Ne olur, donat gönlümü muhabbetinle. Ve gayret... Bir işi bitirip diğerine koyulmam için bana gayret ihsan et, ne olur… Hayretimle geldim aslında hiç kapanmayan kapıların önüne. Kalbimi ve beynimi, hissimi ve fikrimi... Sîretimi, sûretimi... Benliğimi, kimliğimi eritip de geldim kapına. İnşirâh! Kapına geldim. Bir alev topu gibi yana yana geldim. Sana geldim. “Ancak Rabbine yönel ve yalvar.” diyen Sen değil miydin?

Nihâyet Sana yöneldim.

İnşirâh! Yâ Allah!


Gönül ferahı istesem de, gönül refahı dilesem de bezm-i elestten bilirim güle kan, bülbüle figan düşüren hisseyi. Âşık ve maşûk ayırmaksızın herkese; «Belâ!» dedirten o suâli...

“Elestü bi-Rabbikum?” (Ben sizin Rabbiniz değil miyim?)” “Belî…” Bundan gayrısını kabul etmez lügatim ve bundan başkasına dönmez dilim. İllâ belâ... Dünyâ sayfasında önüme bir mürekkep karalığıyla dökülen her belâ, süveydâ gibi, mücellâ bir ayna gibi durur sol yanımda. Sol yanım şerha şerha, elif elif...

Ve o kadar muhtaç ki genişletip ferahlatmana...
Yâ Allah! Biliyorum vebâlim çok. Anlatmaya mecâlim yok. Adının ezelî ve ebedî hürmetine bir âh çeksem yetecek hâlimin ifâdesine:

Âh! İnşirâh! Yâ Allah!..


Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge,
Ne açar kimse kapım bâd-ı sabâdan gayrı!
diyen Fuzûlî kadar,

Kimsesiz bir kimse yok her kimsenin var kimsesi,
Kimsesiz kaldım meded ey Kimsesizler Kimsesi!
diyen Avnî kadar kimsesizim cihan denen zindanda.


Yâ Velî!.. Bir tek Sen varsın. Varsın ateşin bütün bedenimi sarsın. Sen bana iki dünyâda tek yârsın. Bu hakîr, bu fakîr ne yapsın da adım atsın râhına. Bunca dert, kasvet ve kederden sonra muhtacım inşirâhına.


Yâ Allah... İnşirâh! İnşirâh!

Senem Gezeroğlu

Yüzakı Dergisi

'Allah ve Rasulü'nü Herkesten Fazla Sev !'







İsmail Hakkı Hazretleri Tuhfe-i İsmailiyye'de şöyle nasihat etmiştir :

"Cahillik zamanını ve işlediği günahların anma.
Yalancı şahitlik yapma.
Gammazlık etme,alaycı olma.
Cemaatle namaz kılmana engel yoksa asla terk etme.

// * // * // * // * // * // * //

Tanıdığına , tanımadığına selam ver.
Hediye ver,bu muhabbeti artırır.
Sır olan şeyi açığa çıkarma.
Gerekirse evlen ve eşini Sev.
Allah Tealâ'nın ulu saydıklarına hürmet et.
Alışverişte hıyanet etme,malının ayıbı varsa söyle.

// * // * // * // * // * // * //

Müminlere bıçak ve silah çekme,nitekim zamane sarhoşlarında görülür.
Hasta halini sor.
Müslümanların yolundan eziyet veren taş,diken gibi şeyleri uzaklaştır.
Bozuk yeri düzelt,onar.

// * // * // * // * // * // * //

ALLAH VE RASÜLÜ'NÜ HERKESTEN FAZLA SEV,

En Hayırlısını Ver Bize Rabbim ...!



Sen ki;
Suskun Gönüllerde Saklı Kalanları Bilirsin
Ne Arzu Ediyorsak En Hayırlısından Ver Bize RABBİM ...! ( AMİN )

"Secde et, yaklaş !"





Aşkın vav halini aramak…

Dünyaya eşref-i mahlûkat olarak gönderilen insanoğlunun secde anında Rabbine karşı sükût içerisinde halini arz etmesi, boyun bükmüşlüğünün tezahürü.

Kulluğun manasının sırrındadır vav hâli. İnsanın cenin halinde vav ş...eklini andıran bir şekilde doğması, ilerleyen süreçte elif gibi doğrularak kâinata meydan okumasında kalbin en iç yerinde saklıdır vav.

Mütevazılığın, boyun bükmüşlüğün ifadesidir vav.

Özgürlüğe açılan yelkenlerin sırrında saklıdır vavın manası. İki büklüm olup tefekkür edince anlar insanoğlu. Anlamaya başladıkça; aranılanı aramaya koyuldukça; aradığının kanatları altında kanat çırptıkça; çaresizce kalana kadar dağları delme şevkiyle Ferhat olup dağa kazmayı vurdukça, yoksunluğun aslında aranılanın yokluğu olduğunu idrak eder insan…

Ten kafesinden uçup aşkın vav halini aramak…

Varlık içinde yokluk çekerek, korkulana karşı korkulanın azametinden, güçlü oluşundan değil, korkulanın sevgisini kaybetmekten korkmak. Dünyevî ne kadar duygu ve arzusu varsa hepsini ten kafesine hapsedip Hıraya çekilerek, aşkın kaynağı olan El Vedud’a yaklaşabilmek…

Tepeden tırnağa aşk kesilip sırılsıklam sarılmaktır toprağa. “Benim sadık yârim kara topraktır” diyen Aşık Veysel gibi kara toprağı dost eyleyip, nefsin kefeninden sıyrılarak vav olup kanat çırpmaktır.

Kısacık ömrü hayatında, kendisini unutan insanın, kendisini yeniden keşfe çıkarak kendisinin farkına varmasıyla bir zamanlar ayağının kayıp da yolda düştüğü yerden kalkarak yola devam etmesi. Kendisine yabancılaştığı, özünden uzaklaştığı, ölümü hatırlamamak için kendisini dünyaya kaptırdığı her şeyi bırakarak, ölmeden önce ölüme kanat çırpmaktır aşkın vav hali.

Olmak, vav halinin tekrar tekrar oluşuna bir atıfsa, vav halinde her nefes aşka atıftır. Her oluşla varlığın notaları yankılanır kâinatta, yağmurlar can verir susuz topraklara, aşkın vav hali ise kurumuş yürekleri yeşertir…

Derman arıyorsan derdine dön ey yolcu!

Sükûtu kan çanağına dönmüş gecenin yakamozda yakarışındadır hikmet. En kutlu sözün; Kuran’ın yüreğine nazil olmaya başladığı anda /kadir gecesi/ gece yürüyüşünle miracını yaşamaktır aşkın vav hali.

Mütevazılığın, boyun bükmüşlüğün, acziyetin ifadesidir. ALLAH’a adanmaktır. Meryem gibi.

Diriliş amentüsünün tüttüğü yetim bıraktığın secdegâhının ağıtıdır bu. Rıza-i İlahiye’ye kulak ver, yüreğini dinle, yüreğinin frekansını kâinatın zikrine ayarla;

“Secde et, yaklaş!”

Yunus Emre TOZAL

Birileri olmalı hayatımızda..



Ne yapacağımızı bilmez anlar olduğunda hayatımızda, göğümüze kuzguni bulutlar dolup da, yağamadığında gönlümüz, bunalıp da, sıkılıp da, hiçbir şeylere ermediğinde aklımız; şöyle kıyısından, ücrasından bir sığ limanımız olmalı hayatımızda.

Sürgün ülkenin yarenleriyiz ya, kırık dökük hayatlar yaşıyoruz biçare yüreğimizle. Hani, hayat dediğimiz de üç beş günlük fasıl aslında. Gel gör ki dünya zalim, dünya zor, imtihan ağır. Tamam, elbette kaldırabileceğimizden gayrisini yüklemez yaradan. Ama dedim ya; bir kulsun işte, beşersin, acizsin. Bazen, kalabalıkların içerisin de yapayalnızsındır. Söze kelam olmaz dilin ve yürek yangın yeri olur da, sığınacak Hıra’lar arar gönlün. Tamda işte burada; bir yer olmalı, birileri olmalı hayatımızda.

Sen mi geldin, niye geldin demeden içerisine bakacak gözlerimizin, yüzümüze bakacak hiç hesapsız, daha söylemeden sözümüzü, hemen bilecek, hemen anlayacak birileri olmalı hayatımızda.

Yorgun yaz ikindi sonraların da yanına uğrayıp da, “Nasılsın?” diyebileceğimiz, her zaman yanında yerimiz olacak, ilk sözüne tebessümler bulaşacak her daim, elimizi eline bıraktığımızda, yüreğimizi yüreğine bıraktığımızda, muhabbet damarlarının atışını duyabileceğimiz,içine bakarak gözlerinin, inşirahlar bulacağımız, “iyiyim işte” derken bile; utanmayı da taşıyıp yüzümüze, yanaklarımıza pembeyi de kuşanıp, yanında gerçekten iyi olabileceğimiz birileri olmalı hayatımızda.

Sendeleyince mesela yürek hanemiz, tam da düşecekken uçurum kenarlarından, birden karşımıza çıkıp da “nasılsın iki gözüm “diyecek, halimizle hâllenecek, derdimizle dertlenecek, gerçekten “Allah’ın gönderdiği” birileri olmalı.

Ana gibi, yar gibi. Hatta daha da ileri, daha da farklı, birileri olmalı.

Abi, Hoca, Efendi, Arkadaş, Dost, Mürşidi Kâmil; adı ne olur bilmiyorum ama birileri olmalı hayatımız da. Belki de diz çökecek önünde, belki de boyun bükecek, dilinin ucunda olacak gözümüz. Söylediği her sözü üzerimize alıp da, kendimize getirecek savrukluğumuzu, gönül diliyle konuşacak, görünmez, anlatılmaz hallere salacak bizi, birileri olmalı hayatımızda.

Şehirler değişirken tanıdığımız yüzler, yürekler değişirken yürüdüğümüz yollar, bayırlar, çayırlar, uçurtmalar ve de papatyalar çıkarken hayatımızdan; duruşuyla, söylemiyle, eylemiyle dik duran, hep duran, birileri olmalı hayatımızda.

Yakamızdan tutacak bazen, silkeleyecek, gerekirse bir de sille çekecek, ağlayınca gözümüzdeki yaşı da silecek… “Nasılsın yiğidim?” diyecek… Kaygısını çekecek kaygımızın, yüzümüzdekini yüreğine serecek, muhabbetin tüm kapılarını açacak, imanımızın arttığını hissettirecek….

O’nu görünce, gizli kabahatlerimizden bile utanacağımız, başımızı öne eğip de gözümüzün üstünden bakacağımız, değil kendini görmek, değil yanında olmak, isminin anıldığında bile içimizi titretecek, birleri olmalı.

Hanzala’ca yangınlara düştüğünde içimiz, hayatımızdaki birçok şey anlamını kaybettiğinde mesela, daralıp da, sıkılıp da, yeter artık dediğimizde; ha işte! tam da bu sırada, burada; birileri olmalı.

İstediğimiz şey, zor değil mi?
Evet, farkındayım zor. Ama birileri olmalı hayatımız da…

Ferhad'a acıma ey talib,


Ferhad'a acıma ey talib, dağları delerken yorulmaz o!
Mecnun'a da gülme sakın, divanesi olduğu yâr uğruna kaybettiği aklın ardından aslâ gözyaşı dökmez.
Sen asıl Yusuf'un hâlinden ibret al, âşık olmak varken hazinedar oldu.
Bir de âlemlere rahmet olarak gönderilmiş Efendimizin (s.a) hâlini düşünsene!
O ki Mirac'da yâriyle arasında neredeyse bir adımlık mesafe kalmışken (kabe kavseyni ev edna), yâre sarılmak yerine bizleri düşündü de "Ümmetim! Ümmetim!" deyû ağlamaya başladı.

Şimdi, söyle bakalım ey talib, fedakârlığı büyük olanlar kimler?

Aşıklar mı, yoksa aşktan vazgeçenler mi?

Dücane Cündioğlu

16 Ekim 2010 Cumartesi

SALAVAT-I FATİH (120.000 SALAVAT GÜCÜNDE)





Allahümme salli ve sellim ve barik ala seyyidina muhammedinil fatihı lima uğlika vel hatimi li ma sebeka ven nasırıl hakkı bil hakkı vel hadi ila sıratıkel müstekıymi sallellahü aleyhi ve ala alihi ve ashabihi hakka kadrihi ve mikdarihil aziym*


Manası:
Allahım! Kapalılıkları açangeçmişe son verenhakka hakikatla destek olan mahlukatı senin doğru yoluna ileten Efendimiz Muhammed’e O’nun aline ve ashabına O’nun yüce kadrü kıymetince salat eyle selam eyle ve O’nu mübarek kıl.


Fazileti ve sırları:
Yüzyirmi bin salavat-ı şerife gücünde olduğu mana aleminde Peygamberimiz(s.a.v.) tarafından bildirilmiştir.
Eski zamanda Kutbül Aktab Ahmed Ticani hazretleri yakaza halinde bu salavatın faziletini Hazreti Resulüllah’a sorar.
Cevaben:


“Bir kimse salavat-ı fatihi bir defa okursa zamanın başından salavat getirenin okuduğu zamana kadar ins ü cinin ve meleklerin getirdiği salavata denk sevap kazanır.Günahları da bağışlanır.” buyurmuşlardır.


Hikmeti:
1.Bu salavat-ı şerife okuyanı cehennem ateşinden korur.
2.Kırk gün okuyanın tevbesi kabul edilirgünahları bağışlanır.
3.Cuma gecesi bin defa okuyanEfendimiz(s.a.v.) ile görüşür.

Ölüsün kalbim ..






Sessiz sessiz inlemektesin Kaldır ellerini semaya, şimdi isteme zamanı
ölüsün kalbim

El-Bais (ölüleri dirilten) diyorum Ölü olan kalbime el-Bais isminle tecelli et

Es-Samed olan muhtacım sana Sen ki el-Kadir’sin istediği gibi yaratmaya muktedir olan

El-Evvel’sin her şeyden önce var olan

Kendinden başka hiçbir ilah bulunmayan tek birsin ALLAH’ım

Bense günahkâr, aciz kulum Yolundan şaşan, sapıklıklara düşen, hep isteyen hiç vermeyen

El-Kuddüs olan, el-Melik saltanatından şüphe edilmeyen

Er-Rahman’sın, kendi sıfatlarından bahşetmişsin bizlere

Ama biz bahşettiğin sıfatları kötüye kullanarak zulüm yapıyoruz kendi kendimize

El-Batın’sın akılların idrak edemeyeceği yüce azabı gizli olan

Ama yağdırmıyorsun azabını kullarının üstüne

Es-Sabırsın çünkü çok sabırlı olan isyankârlardan acele intikam almayan

El-Metin, güçlü olan sensin El-Mecid, şanı ve şerefi çok üstün olansın

El-Hamid’sin ancak kendine hamd edilen, bütün varlığın diliyle övülen

El-Vali bu muazzam kâinatı ve bütün hadisatı tek başına idare eden sensin

Aklımı ve kalbimi dinin üzerine sabit kıl Gören kör olmaktan sana sığınırım

El-Basir isminle tecelli buyur kalplerimize

El-Vasi lütfu bol olansın lütfunla şereflendir bizi

Dünya meşakkatlerinde kaybolduğumuzda el-Kabıt isminle indirirsin rahmet tokadını bütün benliğimize

Dilediğine darlık veren, sıkan, daraltansın çünkü

El-Müzin’sin zillete düşüren, hor ve hakir eden

Ed-Darr’sın elem ve zarar verecek şeyleri yaratan, hüsrana uğratan

Er-Rauf merhamet edici, pek şefkatli olan Rahmet tokadından sonra Hakk’ı bilenlerden olmayı nasip eyle

El-Halim olan el-Kabıt ismin tecelli etti içime

El-Basit isminle rahatlatman için dualardayım şimdi

Biliyorum el-Mucid’sin duaları kabul eden, el-Kerim’sin çok ikram edici

Yarab! El-Gaffar isminle bağışla günahlarımızı

El-Vahhab isminle çeşit çeşit nimetlerini bağışla

Er-Rezzak isminle rızıklandır bizleri

Dara düştüğümüzde el-Fettah isminin tecellisiyle darlıktan kurtulmayı nasip eyle

El-Vehud iyi kullarını sevensin, bizler muhtacız sevgine, sevilmeye layık olan sensin

Layıkıyla sevmeyi nasip eyle El-Veliyy seçkin kullarına dostsun, dost olmayı hak edenlerden eyle

İki büklüm olmuş acizliğimi kabul etmekteyim El-Tevvab isminin tecellisiyle tövbe ediyorum

El-Afüvv isminle affedecek olan sensin ancak Zülcelali ve’l-ikramsın,

el-Muğni isminle zenginlik ver Muhakkak ki her şeyden haberdar olan el-Habir’sin

Her şeyden haberdar olan Mevla’m el-Hafıd isminle dereceleri düşüren,

el-Rafi isminle de dereceleri yükselten dereceleri yüksek olanların arasına dâhil et bizleri

Şüphe yok ki el-Gafur’sun, el-Baki’sin Bazı şeylerin meydana gelmesine müsaade etmeyen, engelleyen el-Mani’sin

İstediklerimizden hayırlı olmayanlara el-Mani isminle engel ol Yarab!

En-Nur isminle âlemleri nurlandırdığın gibi kararan kalplerimizi de nurlandır

El-Varis sensin varlığı devam eden, servetlerin hakiki sahibi Sahibimiz sensin el-Berr,

el-Zahir ve el-Ahir (ÂMİN)

Yaşanan ve lütfedilen güzellikler kimi için tesadüf kimi için mucizedir

Oysaki mucizeler dualarımızın sonucudur

Hayat duaya vesile iken, mucize duaya gebe

Ve bizler mucizeye ulaşmak için Rabbine el açanlardanız

Birliğimizi sağlayan en önemli yakarıştır dua

Dik durmak için elimizdeki sağlam asamızdır

Arayışta son duraktır Nefsine yenik düşen kalbimin serzenişidir

İsimlerinle coşsun kalbim her dem ve her atışta yeniden dirilsin

Dualarda unutulmamak dileğiyle…

14 Ekim 2010 Perşembe

Üzüntüler üzülmeye değmez…




Üzüntüler üzülmeye değmez…
Hadi tevekkülle gül

GURBET GÖMLEK gömlek…
Yalnızlık katmer katmer…
...Avuç içleri açıkta, yürek yağmalanıyor…
Gönül hüzünle örtülü…

Yalnızlık denizinde yüzmeyi bilmiyorsan,
öğrenmekten başka çaren var mı?
Yakın kim? Sevgili ne kadar sayar?
Aşk ne işe yarar?

Kalp kaynamadan hikmet taamları nasıl pişer?
Öyle acı ateşler vardır ki ancak kalp bilir tadını.
Kim nasıl tarif edebilir onu?
Kelimeler kaybolur, sözler sükût eder, sazlar kırılır acıdan…

Sen varsındır, bir de senle beraber kederin…
Kelimesiz ve sessiz konuşursun kederinle…
Kimse duymaz, kimse görmez seni…
Gecenin koynunda iniltilerle inliyorsundur…

Kesret kanatır yaralarını…
Kalabalıkların kabullenişi kandırıcıdır…
Araftasındır…
Kaçmak istersin de kaçamazsın Kaf dağlarının ardına…

Yollar kıvrılır durur önünde…
Düğüm düğüm döner uzayıp giden günler…
Bir ağaç ararsın gövdesine yaslanacağın,
gölgesinde serinleyeceğin…
Sıcak rüzgâr kumuyla vurur yüzüne…

Yüzün yere eğik yürürsün gündüz ve gecede…
Gece ve gündüz eşittir şavksızlıkta…
Gün ışığında kandil de olsa elinde bir işe yaramaz…
Leylasızsındır Mecnun çöllerde…

Göğe bakarsın, bakışların Ay’sız yere düşer…
Tesellisizdir yıldızlar…
Siyahî bulutlar gezinir üstünde,
sığınacak sıcak bir sevgi,
saracak bir şefkat ararsın…
Üşürsün…

Bülbüller çile çınlatır kulaklarına…
Gözlerin görmez olur gül güzelliğini…
Ellerin kanar çiçek dikenlerinden…
Düşüncelerin darmadağın…
Duyguların durgun ve donuk…

Hikmet açlığından yüreğine taş bağlayasın gelir,
sökecek bir taş bulamazsın…
Baka kalırsın yol üstünde…
Yürümeye mecalin yoktur…
Kalkıp koşmak istersin, kayarsın…

Her yeri karamsarlık karanlığı mı kaplamış?
Hiç mi ışık yok?
Yollar bitmiş, her şey tükenmiş mi?
Kalp kimsesiz mi?
Kapılar kapalı mı?
Sevgi serap olmuş, şefkat kaçmış mı?
Vefa ulaşılamaz mı olmuş?
Dostluklar tüketilmiş, hoşgörü hiçliğe mi atılmış?
Anlayışlara duvar mı örülmüş?

Ne arıyorsun, nerede arıyorsun?
Karanlık olmadan ışık,
hastalık olmadan şifa,
dert olmadan deva,
sıkıntı olmadan ferahlık bilinebilinir mi?
Bilinirlik bilinmezlik örtüsünün altında…
Zıtlar dünyasının izafiliğinde üzülüp sevinmiyor muyuz?

Görünmek isteyen Rahmet,
dert, keder olmadan nasıl bilinecek ve görülecek?
Keder kader değil, asıl keder kaderi kabullenememek…
Rahmeti itimat onun celbine vesile, tenkit ise terkine…

Her şey geçicilik nehrinde akarak eriyor…
Nehir ne kadar çağlasa da sükun denizi hepsini yutuyor…
Ömür uzun değil, ölüm uzak değil…
Uzun olan elemlere götüren emeller…

Yerin renkli çiçekleri kara topraktan,
göğün aydınlık yıldızları karanlıktan çıkmıyor mu?
Yıldız ve çiçeği buluşturan yakınlık, görmeyi
“görmek”le mümkün…
Karanlıkta hikmet ışıkları çakabiliyorsan
gurbet gömleği vuslat elbisesine dönüşüyordur…

Yalnız olan yalnızlıktır…
Kainat sevgi hamurunda şefkatle yoğrulmuşsa
küreler ve kalp birbirinden uzak değildir…
Sonsuzluk soluklarımız kadar yakındır…

Kabuğunu kırmayan çekirdek çürümeye mahkumdur…
Kalp kabuğunu kırmadıkça,
dert yalnızlığında yokluklara yuvarlanacaktır…

Kabuk acı ile çatlar,
sonrasında şefkat gövdesi sevgi dalları üzerinde
hikmet meyveleri görünür…
Böylesi bir ağaç olmak için acıya sabır,
kedere kabullenmek gerekiyor…

Bir acı çekirdek yüzlerce tatlı meyveye
“meyve” veriyor…
Toprak altında yalnız olan çekirdek,
göğün göğsüne sevgi ve şefkat nişanesi olarak asılıyor…



Acıların açtığı kapıdan sabırla yürüyen,
ömür ağacında sonsuzluk meyvelerini yetiştiriyordur…
Üzüntüler üzülmeye değmez…
Hadi tevekkülle gül,
o da gülsün…

HÜSEYİN EREN

Küpün ve testinin suyu fanidir Can!






‎"Küpün ve testinin suyu fanidir Can!

Tükenir gider.

Lakin pınarın suyu daima taze ve bakidir.

Bir taş parcasi yüz testiyi kırar ama pınar suyu durmadan kaynar.

Testiyi kır Can!

Küplerden vazgeç.

Tükenmeyen suya koş.

Susuzluğunun suyu orda.

Açlığının gıdası orda.

Yokluğunun varlığı orda."

H.Z MEVLANA

Dokunmak…




Bir elin hissediş hikâyesidir, bu satırlar…
Gözler ellere takılır önce… Hüzünlü yüzüyle karşılıklı bakışmadadır eller…
Anlar ki, orada yüzlerce kalp beklemektedir…Ve yumruk olur eller ağırlığıyla yükün, yere doğru eğilir.
Yapabileceği çok şey ...vardır ellerin ve hissetmesi gereken paha biçilmez duygular…
Bir kalbe dokunmak gereklidir şimdi… Boşuna değildir, hiçbir şey… Ve hiçbir şey kalplere giden yoldan daha anlamlı değildir. Yalnızca farkına varmak gerekir. Bir dokunuş, on parmağın ve de bir yüreğin yapabileceği şeylerdir.
Ve bir eldir, şimdi yollarda olan… Bir kalbe dokunmaktır sevincinin adı…
Tek isteği, sonu olan kâinatı aşmaktır, ulaşmaktır sonsuzluğa… Ve bunu bilir ki, kalpleri hissederek yapacaktır.
Bir tabela vardır yolun başında, “Dokunmak nedir?” yazılıdır.
Ve dokunmak, kalplere giden yolda anlatılacaktır.
Muhtaç olan her kalbe uzanmaktır, dokunmak…
El olmaktır, yüreklere serpilen sevinç tohumlarını taşıyan…
Bir yetimin saçını okşamaktır.
Bir tas çorbansa içtiğin şu dünyada, onu da paylaşmaktır.
Ve dokunmak, yardım eli olmaktır…
Tebessümünse tek servetin, onu da cömertçe sunmaktır…
Dokunmak…
Keşfetmektir, sevgiye aç olan kalpleri…
Dokunmak…
Aç olan karınların, ekmek kokulu sevgisidir.
Bayramlarda beklenen bir parça etin rüyasıdır dokunmak…
Kulluğun en anlamlı hikâyesidir.
Ve bir lütuf değil, vazifedir dokunmak…
Sonsuzluğa açılan sevap kapısıdır.
Allah’a olan merdivenindeki adımındır, dokunmak..
Sonra şükrün sırası gelir… Ve son söz, duâlarla söylenir. Dokunmayı nasip eden Yaratana, vesîle olan her şey için hamd gereklidir… Kolay yoldan âhiret azığı, belki de buna denilmektedir. Ve hiç durmaksızın, el olmanın kıymeti bilinmelidir.
Ve dokunmak, sevaplarla dolu bir hikâyeyi cennette dinlemektir…

Fatma ALADAĞ / Şebnem Dergisi








Sadece Oku..





Aç gözlerini ve sadece okumayı dene. Usanmadan, sıkılmadan, yılmadan sadece oku.
Alemi oku.
Hayatı oku.
Al kitabı eline, gerekirse hiç bırakma.
Sarıl kitaba sadece oku.
Okudukça anlayacaksın sana en luzumlu şeyin okumak olduğunu.

Sonra...
Sonra düşün. Sadece düşünmeyi dene.

Düşünebildiğin kadar düşün…
Hayatı düşün…
Düşündükçe düşün.
Hatta düş bahçelerinde bir gezintiye çık.
Belki düşlerin gerçek olur?…

Kainat kitabını düşün.
Ve hatta alemin sayfalarında bir gezintiye çık.
Kainat, beyninden kat kat büyük ama beynin onu kapsayacak kadar geniş bir kabiliyete mazhar.
Neler okumuştun?
Okuduklarını düşün.

Düşündükleri ise görmeye çalış ve hisset.

Sonra düşündüklerini yaz…
Bakalım sayfalar, mürekkepler düşüncelerini içine alacak kadar yeterli olacak mı?
Bil ki bundan mürekkep de, kağıt da hoşnut olacaktır.
‘Korkmadan yaz.
Yazmaktan korkma…’

Ve paylaş…
Sadece paylaşmayı dene…

Yazdıklarını paylaş insanlarla.
Olur ya birinin aklına kalbine manevi bir yol açmaya vesile olursun.
Olur ya, birinin ruhuna bir huzur damlası sepersin.
Belki bir kapı açarsın huzur iklimine doğru.
Ne dersin olamaz mı?
Belki bu sayede yıkılmayan duvarları yıkarsın!
Taş kalplileri yumuşatırsın.
Söylesene bundan büyük bir mutluluk duymazmısın?
Duyarsın elbette, duyarsın…

Bir de sadece gülümsemeyi dene.
Denemekten korkma.
Küçük bir tebessüm kondur sevdiklerinin kalbine.
Sakın esirgeme onlardan sevgi dolu bir gülümsemeyi…

Ve son…
En son mütevazi ol.
En güzel bir sona erişmek için mütevazi ol.

Oku…

Yaz…

Paylaş…

Şükret…

Zikret…

Sade yaşa hayatı
Sadece hayırlı yaşamayı iste dualarında.

İstemekten korkma!

Sonsuz merhamet sahibine sığın.
Bil ki, Ona sığınan, inanan, dayanan her iki cihanın en mesut ve bahtiyarıdır.

Sadece ona sığın.

Sadece ondan iste.

Her işin başında onun ismini an.

Ve bil ki, her yolun sonu Ona çıkar.

Sadece Ona...


Fatma Altuner

13 Ekim 2010 Çarşamba

Beni Sen'de Bitir Rabbim !..


Çıkmazlarımı Sana Çıkar Rabbim!..

9 Ekim 2010 Cumartesi

Sen Bir Allah de Yeter........


Zamanın birinde bir çoban varmış. Bu çoban padişahın kızına aşık olmuş. Onunla evlenebilmek için herşeyi göze almış ve başlamış bu işin çaresini aramaya. Garip çobanın ilk aklına gelen o zamanın alimini bulup ondan yardım istemek. Alimi bulmuş ve demiş ki:
- Ben padişahın kızına aşık oldum. Ne yapıp ne edip onla evlenmem lazım bana yol göster ocağına düştüm.
- Bu iş çok zor evladım. Sen garip bir çoban o padişah kızı.
- Olmaz mutlaka almam lazım ben onu bana nasihat et.
- Çok mu seviyorsun sen bu kızı?
- Evet çok
- Ne dersem yapacak mısın?
- Yaparım söz.
- Dinle beni o zaman şu andan itibaren şehrin girişine gidiyorsun kapısına oturup hiç kalkmadan uyumadan orada bekliyeceksin. Sana kim soru sorarsa tek cevabın ALLAH olacak.
Öğüdünü alan çoban hemen şehrin kapısına oturmuş bir tüccar gelmiş:
- Selamün Aleyküm demiş
- ALLAH
- Bu şehirde alabileceğim neler var
- ALLAH
- Sen delimisin
- ALLAH
Cevap alamayan tüccar gitmiş. Sonra gelen giden ne sormuşsa tek cevabı ALLAH olmuş. Çobanın ünü yayılmış şehire onu çok muhterem bir alim zat olarak tanımışlar. Bu söylenti padişahın kulağına gitmiş. Padişahda toparlanıp hemen ziyaretine gitmiş:
- Hocam buralarda yazık size
- ALLAH
- Sizi sarayımda görmek bana şeref verir
- ALLAH
- Hatta size akraba olmak isterim bir kızım var sizde uygun görürseniz izdivacınız bize şereftir.
- ALLAH ALLAH demiş. İstemem demiş
Alim zat çobana sormuş
- Evladım istediğin oldu işte neden istemiyorsun.
Çoban cevap vermiş:
- Yalan yere, dünya için çıktım buraya dedim ALLAH. Her istediğim oldu.
Ben şimdi onu bırakıp nasıl başkasını severim.

“yâr”dandır deyip razı olalım!



yüreğim,
toparlan gidiyoruz!
/ya da
toparlandım gidelim!/
ârafta kalakalmak yakışmadı bize;
bir adım atalım hadi,
“yâr” deyip susalım;
“yâr”dandır deyip razı olalım!

Susuyorum..




Niye mi susuyorum, içimde sen konuşurken araya girmek istemiyorum.

Ah Yüreğim..



Yüzümde geçmişten kalma anıların yorgunluğu..
Ve Vakitler dolmuş benden habersiz
Gitmek gerektiğini bilen bir zihniyeti kabullenemiyor yüreğim...

Anla beni..


anla beni..

bir vakit kiralayıp.. !

Susuyorum..




Hani bazen kelimeler biter Tıkanırsın
Soylecek bir sey bulamaz susarsın ya
öylece kalakalırsın hani..
Bu kez yardıma baskalarının sözleri koşar
Seni anlatamaz belki ama susmalarını bir nebze ifade eder..
Şimdi o satırlardayım..
Benim olmayan ama beni anlatacak olan..
Susuyorum ya ben yine işte öyle!

5 Ekim 2010 Salı

Bir tek "SEN " silme...


Kimseye kırgınlığım yok Rabbim..
Kim silerse silsin gönül defterinden adımı .
Bir tek Sen silme ..
Ey Benim suçlarıma,hatalarıma bakmadan.
Affetmek için türlü bahaneler arayan,
Yarim ,dostum, herşeyim tüm varlığımı Sana emanet ediyorum..
Varlığınla temizle beni,
Yık benliğimi beni benden alıp Sende bitir..
Vuslatına erdir beni..

Sevdamı kabül et Rabbim !..


Beni benden alıp "SaNa " getirdi
Bu Sevda
Rabbim
Sevdamı kabül et..

Rabbim !...





Beni benden alıp "SANA" getirdi bu sevda..

Rabbim!

Sevdamı kabül et...

Kendimi bulmaya geldim..



Af Rabbim..

İnleyişlerimi ,feryatlarımı duyuyorsun Rabbim..

ben "SENDE" yitmeye geldim ,

yitip kendim bulmaya geldim..

beni "SENDE" yitir Rabbim..

Bütün varlığımdan soyunup huzuruna geldim !




Af Rabbim,

inleyişlerimi ,feryatlarımı duyuyorsun...

ben Sen'de yitmeye geldim ,

yitip kendim bulmaya geldim..

beni Sen'de yitir ...

Rabbim beni esirge ve bağışla ..


Beni Sen'de Bitir Rabbim !..


Ben Sen'de bitmeye geldim Ey Rabbim!...

4 Ekim 2010 Pazartesi

Sende yanmaya geldim Ey Rabbim!..



Hayatımda Yusuf'a dair ne varsa hepsini silip,

Sende bitmeye geldim Ey Rabbim !..

Aşk...



ben kendimde "SENİ " buldum ..

SENDE "beni" buldum..

Şükür bulduruna ..
El hamdü lillahi alâ külli hâl ....

[[Her halükârda Allahü teâlâya hamd ederim.]]

Ey Gül Kokulu Efendim..






Ey; kupkuru çölleri cennete ceviren gül!.

Ey; gönlünden gül dökülen resul!.

Küçük kız çocuğunun elinden tutup da giden, kuşu ölen çocuğa başsağlığı dileyen..

gözlerinden yaş dökülen devenin gözyaşlarını silen resul!.

Benim de gözümün yaşını siler misin?.