24 Haziran 2010 Perşembe

Veminel aşk..

Evlilikte aşk olmayabilir” diyenler var (Sibel Eraslan gibi temkinliler)…“Olmalı” diyenler var (Bendeniz gibi uçuk-kaçıklar)…“Olsa iyi olur, ama şart değil” diyenler de var (aşırı tedbirliler grubu)…
Yani rivayet muhtelif…
Sibel Eraslan adımı geçirdiği yazısında “Çocukların varlığı, paylaşım, ortak çıkarlar, alışkanlıklar ve karşılıklı saygı evliliğin devamı için yeterli olabilir” demeye getirdi…
Evliliğin yıllanması halinde bu mümkündür. Ama doğrusunu söylemek gerekirse, evliliği bunların üzerine oturtmak, “zorunlu beraberlik” anlamına gelir ki, böyle bir beraberliğin zaman zaman işkenceye dönüşmesi kaçınılmazdır. Evliliği kemiren zorluklarla zaman zaman baş gösteren bıkkınlıklar bile ancak aşk (derin sevgi ve ilgi) sayesinde aşılabilir.
Bu yüzden ya âşık olur evlenirsiniz, ya da evlendikten sonra âşık olursunuz. İkisi de mümkündür: Ancak aşksız meşk pek mümkün değildir.
Ayrıca, istatistiklere göre boşanmalar ilk beş yıla yığılıyor. Acemiliklerden ve farklılıklardan kaynaklanan tartışmaların, çatışmaların boşanmaya varmaması için özellikle ilk yıllarda aşk şart gibi gözüküyor: İki insan ancak bir birlerine duydukları derin sevgi ve ilgi sayesinde bir birlerine katlanabilirler. Bu da tartışmaların ve uyumsuzlukların boşanmaya gitmeden çözümlenmesi demektir.
Yine de aşk konusunda kanaatler de rivayetler de muhteliftir. Aşkın dünyadaki kişi sayısınca tarifi olabilir. Anlayacağınız dostlar, bu kavram tarife de sığmıyor, tarihe de…
İnsanlık tarihi boyunca aşk uğruna iyilik yapanlar da var, kötülük yapanlar da… Ölenler de olmuştur, öldürenler de… En güzeli onunla birlikte yaşamaktır, ama sanırım bu iş zordur! Çünkü şefkat gerekir, hürmet gerekir, hamiyet gerekir, fedakârlık gerekir…
Aşk bütün bu duyguların yoğunlaşarak atom çekirdeğine dönüşmesidir! Hiçbir madde onu kuşatamaz, o tüm maddeleri kuşatır… Yani, zerreden arşa kadar her şey aşktır!
Öyle olmasaydı, Şair Fuzuli, “Aşk imiş her ne varsa âlemde/ Gerisi ancak bir kıl ü kal (boş şeyler) imiş” diyerek müthiş keşfini inim inim inler miydi?
Ve aşk bir peygamber sünnetidir.
Biliyorsunuz Hazret-i Hatice, Peygamber-i Âlişan Efendimiz’in (sav) ilk eşidir. Aralarında onbeş yaş fark bulunmakla birlikte, Efendimiz onu hep özlemiş. “Hıristiyan kadınların en hayırlısı İmrân’ın kızı Meryem, Müslüman kadınların en hayırlısı ise, Hüveylid’in kızı Hatice’dir.
“Dünya ve âhirette değerli dört kadın vardır: İmran’ın kızı Meryem, Firavun’un karısı Asiye, Hüveylid’in kızı Hatice ve Muhammed’in kızı Fâtıma” şeklinde hadislerle ilk eşini övmüş, ölümünden sonra bile akrabalarıyla yakından ilgilenmiş, hatta bu yüzden Hz. Ayşe, Hz. Hatice’nin ölüsünü bile kıskanmıştır.
Çünkü Âlişan Efendimiz Hz. Hatice’ye âşıktı… Âşık olmasaydı dulluğuna takılır, kendisinden onbeş yaş büyük olması karşısında tökezleyip geri çekilirdi… Hiçbirini umursamadan onunla evlendi ve yaşadığı müddetçe başka hiçbir kadını istemedi. Hatta Hz.Hatice vefat ettikten sonra, ona hürmeten uzun sayılabilecek bir süre evlenmedi…
Ondan bir süre sonra üst üste evlenmesinin farklı hikmetleri üzerinde elbette durulabilir, ancak bir yönü “Hz. Hatice karakteri”ne duyduğu derin özlemdir. Her kadında onun kokusunu, onun duruşunu, onun aşkını aramış, bulamayınca Hz. Ayşe Validemizi çocuk denebilecek yaşta nikâhlayarak yıllar boyu eğitmiş, Hz. Hatice’ye benzetmek istemiştir…
Sonuçta faziletinden, takvasından, şefkatinden, sevgisinden, kavrama kabiliyetinden, nihayet kadın duruşundan etkilenmiş, bu kez Hz. Ayşe’ye doludizgin âşık olmuştur.
O kadar ki, Hz. Ayşe kadınsı bir merak ve istekle “Efendim, beni seviyor musunuz?” diye sorduğunda, “Kördüğüm gibi” diye cevap vermiştir, “Seni kördüğüm gibi seviyorum.”
Aradan birkaç yıl geçiyor… Zor yıllardır o yıllar.
Âlişan Efendimiz öncelikle bir Peygamberdir ve bu sıfatıyla Bizans kralından çöl bedevisine kadar binlerce kişiye hakikati tebliğle mükelleftir…
O buna vakit ayırıyor…
Aynı zamanda devlet başkanıdır, devlet başkanı sıfatıyla görüşmeler, anlaşmalar yapıyor…
Buna vakit ayırıyor…
Aynı zamanda başkomutandır, orduları yönetiyor…
Buna vakit ayırıyor…
Muallimdir, çevresine ve dünyaya öğretmenlik yapıyor…
Buna vakit ayırıyor…
Kocadır kadınlarına, babadır çocuklarına, dededir torunlarına vakit ayırıyor…Bazen savaşmak zorunda kalıyor, bazen yoklukla, hatta açlıkla mücadele ediyor…
O böylesine girift ve yoğun işlerle uğraşırken, kim bilir yine hangi kadınsı duyarlılığın etkisiyle, Hz. Ayşe, yıllar öncesinden kalma o “kördüğüm”ü hatırlatmak istiyor Efendimiz’e…
Damdan düşer gibi soruyor:
“Efendim, kördüğüm nasıl?”“Ne kördüğümü?” diye sormuyor Efendimiz…
“Bunca işimin arasında yıllar önce söylediğim bir kelimeyi hatırlamamı bekleyemezsin” diye azarlamıyor Hz. Ayşe Validemizi… “Ben nelerle meşgulüm, sen nelerle meşgulsün” diye de küçümsemiyor…
O cümleyi bir saat önce söylemiş gibi gülümsüyor, sadece. Derin derin eşine bakıyor ve teminat veriyor: “Kördüğüm daha da girift bir hale geldi, yüreğime bütün bütün dolaştı…”
Türkiye’de bu sünneti ihya edecek kaç babayiğit var?
Kadınların dövülmesi gerektiğinden sürekli bahseden hocalarımızdan kaçı bu ince yaklaşımı gösterebilir, cemaatine de anlatabilir?
Tekrarlıyorum: Aşk sünnettir! Zaten Allah’a da ancak o yoldan gidilir.
Yavuz BAHADIROĞLU / habervaktim.com

12 Haziran 2010 Cumartesi

Gelişiyle mümin gönülleri sermest eden bu mübarek vakitleri ihya edebilene ne mutlu!


İslâm dünyasının her şeye rağmen manevi lezzeti kana kana yudumladığı zaman dilimleri vardır ki, bunların en başında Üç Aylar gelir. İçerisine kutlu kandil gecelerinin serpiştirildiği mübarek Recep, Şaban ve Ramazan ayları. Ve hamd olsun, güzeller güzeli o üç ay yine, bir kez daha doğmak üzeredir.
Sevgili Peygamberimiz s.a.v.'in mübarek dualarıyla şereflenmiş olan Recep, Şaban ve Ramazan ayları, İslâm ümmetinin bir nebze olsun kendini bulduğu, manevi inşanın daha bir ivme kazandığı mümtaz vakitlerdir. Zira bu aylarda coşan ilâhi rahmet ve feyz deryası, müminlerin gönüllerini huzur ve sükûna gark eder. Yediden yetmişe bütün müslümanları kuşatan, kucaklayan ruhanî hava bütün toplumu arındırır, adeta bütün sene boyunca biriken kiri üzerinden silkeler, temizler.
Ayrıca bu aylarda yapılan ibadet ve taat apayrı bir lezzet verir ruh dünyamıza. Şerefelerden yankılanan ezanlardan evimizde pişen yemeğe kadar, her şey daha bir farklıdır sanki.
Efendimiz s.a.v.'in şu ifadeleri, bu aylara verilen önemi bakın nasıl ortaya koyuyor:
“Recep Allah'ın ayıdır, Şaban benim ayımdır, Ramazan da ümmetimin ayıdır.”
Denilmiştir ki: “Recep hürmet, Şaban hizmet, Ramazan ise nimet ayıdır.” Öyleyse Receb'e gereken hürmeti gösterip, Şaban'da hizmeti unutmamak, Ramazan'daki nimetlere ulaşmaya birer vesiledir.
Bu noktada, bünyesinde nice rahmet rayihalarını barındıran bu değerli ayları içindeki kandillerle birlikte kısaca tanıyalım
Recep Ayı
Arabî ayların yedincisi olan Recep, sözlükte; azametli, heybetli, tazim etmek gibi manalara gelir. Bu ay ayrıca “haram aylar” diye bilinen ve savaş yasağının bulunduğu dört aydan biridir ve İslâm kültüründe özel bir yeri vardır. İlk dönem tefsir bilginlerinden Katâde , şu sözleriyle bu ayın önemini anlatır.
“Haram aylarda amel-i salih işlemenin ecri, diğer aylarda işlenenlere göre daha büyüktür. Her ne kadar diğer zaman ve durumlarda da zulüm işlemek büyük bir günah ise de, bu aylarda yapılan zulmün günahı daha büyüktür.”
Receb'i “Allah'ın ayı” olarak nitelendiren Peygamberimiz s.a.v.'e bunun hikmeti sorulduğunda buyurmuştur ki:
“Çünkü bu ayda özellikle mağfiret boldur. Bu ayda halkın kan dökmesine mani vardır. Bu ayda Allah Tealâ peygamberlerinin tevbelerini kabul buyurmuştur. Bu ayda peygamberlerini düşmanlarından korumuştur.”
Bu kadar özel bir ayın, bünyesinde iki rahmet kandilini barındırmakta olduğu da unutulmamalıdır. Bunlardan biri Regaib Kandili'dir. Regaib , hediye, atiye, çok rağbet olunan şeyler, bol ihsan demektir. Regaib Kandili'nin vakti, Recep ayının ilk Perşembesini Cumaya bağlayan gecedir.
Bu aydaki diğer mübarek gece de Miraç Kandili'dir. Sevgili Peygamberimiz s.a.v ., bu gecede Cenab -ı Hakk'ın huzuruna ruhen ve cismen yükselerek onunla vasıtasız bir şekilde tekellümde bulunmu ş, ebedi hayatımızı çok yakından ilgilendiren hediyelerle dönmüştür. Miraç Kandili'nin vakti, Recep ayının yirmi altısını yirmi yedisine bağlayan gecedir.
Şaban Ayı
Arabî ayların sekizincisi olan Şaban, Üç Aylar'ın ikincisini teşkil eder.
Hadis kaynaklarında zikredilen rivayetlere göre Sevgili Peygamberimiz s.a.v ., Ramazan ayı dışında en çok orucu bu ayda tutmuştur. Kendilerine bunun hikmeti sorulduğunda şöyle buyurmu ştur:
“Şaban, Recep ile Ramazan arasında insanların gafil bulunduğu ve amellerin alemlerin Rabbi olan Allah'a yükseldiği aydır. Ben de amelimin Allah Tealâ'ya oruçlu olduğum halde yükselmesini seviyorum.”
Şaban ayının ortası, yani on dördünü on beşine bağlayan gece, Beraat Kandili'dir. Bu geceye ayrıca Leyle-i Mübareke , Leyle-i Sakk ve Leyle-i Rahmet gibi isimler de verilmiştir. Beraat gecesini bürüyen rahmetin enginliğini Hz. Peygamber s.a.v. Efendimiz şöyle bir misalle izah buyurmuştur:
“Allah Tealâ bu gecede ümmetime Kelboğulları Kabilesi'nin koyunlarının kılları sayısınca rahmet eder.”
Bir başka hadis-i şerif, bu gecenin nasıl ihya edilmesi gerektiğini şöyle açıklar:
“Şaban ayının on beşinci gecesi (Beraat Kandili) olduğu zaman, gecesinde ibadete kalkın, o gecenin gündüzünü (on beşinci günü) de oruçlu geçirin. Çünkü o gece güneş batınca Allah Tealâ (bizce kavranması mümkün olmayan bir keyfiyetle) dünya semasına iner ve güneş doğana kadar: ‘Benden mağfiret dileyen yok mu, ona mağfiret edeyim. Benden rızık isteyen yok mu, onu rızıklandırayım . (Bir derde) müptelâ olan yok mu, ona afiyet vereyim.' buyurur.”
Ramazan Ayı
Son derece haklı olarak “ Onbir Ayın Sultanı” diye adlandırılan, mahyaların bu aya özgü iltifatlarla donandığı, evveli rahmet, ortası mağfiret, sonu ise cehennem azabından kurtuluş olan Ramazan-ı Şerif, bütün ayların içinde en nadide olanıdır.
Bu ay Arabî ayların dokuzuncusudur ve kıymeti bakımından bütün zaman dilimlerinin en başında yer alır. Zira oruç nimeti bu aya has olarak farz kılınmıştır. Kur'an -ı Kerim bu ayda indirilmiştir. Bin aydan daha hayırlı olduğu haber verilen Kadir Gecesi yine bu ayın içinde gizlidir. Ayrıca bu ayda ifa edilen bir farzın, diğer aylarda yerine getirilen yetmiş farza bedel olduğu bildirilir.
Özetle, başından sonuna kadar tam bir maneviyat iklimi olan Üç Aylar, kendisine biçilen değer itibariyle saygı ve hürmete layıktır. Kulluğumuzu yeniden gözden geçirmemiz bir vesiledir. Rahmanî isteklerin, şeytani isteklere galebe çaldığı bu mümtaz vakitler, nefs -i emmareyi besleyen kötü emellere gem vurmayı, böylece arınmayı kolaylaştıran vakitlerdir.
Gelişiyle mümin gönülleri sermest eden bu mübarek vakitleri ihya edebilene ne mutlu!
Bu sıcak günlerde gafletle, günahla tükenen kalbini rahmet ırmağının huzuruyla canlandırana ne mutlu!..
Kürşat Salih YAMAN/ Semarkand Dergisi

8 Haziran 2010 Salı

Süheyb (r.a.)



Sahabeden Süheyb, Mekke'de kendi gayretleriyle büyük bir servet elde edip hayli zengin olmuştu. Medine'ye hicret edeceği müşrikler tarafından haber alınınca yolu kesip, "Sen Mekke'ye fakir olarak geldin. Çok mal ve servete kavuştun. Şimdi hem kendin gideceksin, hem bunca malı götüreceksin buna izin vermeyiz" dediler.Süheyb (ra)'nın, P...eygamber efendimize olan muhabbeti, bağlılığı ve O'na kavuşmak arzusu ve Medine'ye, İslam devletine, gidebilmek isteği o kadar çoktu ki, yanında bulunan bütün mallarının ve alacaklarının, Peygamber efendimizin sevgisi yanında hiç kıymeti yoktu. Bu sebeple hiç vakit kaybetmemek, bunlarla oyalanmamak için onlara, "Yanımdaki ve Mekke'de bulunan mallarımı size verirsem önümden çekilir misiniz, yolumu açar mısınız? dedi.Hak ve hakikatlerden nasibi olmayan müşriklerin de arzusu buydu. Hemen kabul ettiler. Hz. Süheyb, yanında bulunan bütün mallarını verdi, Mekke'deki mallarının da yerini tarif edip müşriklerin elinden kurtuldu ve hiç parasız olarak yoluna devam etti.


Süheyb kazandı, Süheyb kazandı!


Mekke ile Medine arasındaki yolda bin bir zahmet, tahammülü mümkün olmayan güçlüklerle karşılaştı. Fakat Allah'ın Resulüne ve İslam beldesine kavuşmanın heyecanı ile bütün sıkıntılardan zevk alarak yoluna devam etti.Süheyb (ra) Peygamber efendimizin huzuruna geldiğinde gözü ağrıyordu. Yolda çok acıkmış ve susamıştı. Bu sebeple Resulullah'ın önünde hazır bulunan taze hurmalardan yemeye başladı. Resulullah da Hz. Süheyb'e lâtife ile buyurdu ki: "Gözlerinde rahatsızlık var, yine de hurma yiyorsun." Hz. Süheyb de cevaben: "Ya Resûlullah! Gözümün birisi sağlamdır. Onun hakkını yiyorum" dedi. Hem Allah Resulü, hem de orada bulunanlar, bu cevap hoşlarına gittiğinden tebessüm ettiler.Sonra Süheyb başından geçenleri anlattı: Peygamber efendimiz buyurdu ki: "Süheyb kazandı, Süheyb kazandı. Satış kârlı çıktı. Satış kârlı çıktı." Sonra Hz. Süheyb hakkında nazil olan: "İnsanlardan bir kısmı, Allah telânın rızasını isteyerek O'na ibadet yolunda kendini ve malını feda ederler." [Bakara 207] mealindeki âyet-i kerimeyi okudular.