26 Mayıs 2010 Çarşamba

İlahi Sevgi...


İnsanlığa ilahi bir sevgi üflendi;
O sevgiyle anne taşıdı bebeği,
O sevgiyle can cananı sevdi,
O sevgiyle güneş bizi ısıttı,
O sevgiyle yıldızlar bizi ışıttı,
O sevgiyle Allah Habibini yarattı,
O sevgiyle Resul bize şefaat etti,
O sevgiyle toprak suyu tuttu,
O sevgiyle gök kuşları uçurdu,
O sevgiyle gül katmer katmer açtı,
O sevgiyle arı petek örüp bal yaptı,
İnsanlığın yüreğinde bir sevgi küllendi;
O sevgiyle Allah nimetlerini bahşetti,
O sevgiyle farklı insanlar izdivac etti,
O sevgiyle Akşemsettin Eyyub’u keşfetti,
O sevgiyle insanlar Resul’e akdetti,
O sevgiyle kırlar çiçeklerini sundu,
O sevgiyle ırmaklar büküle büküle coştu,
O sevgiyle beklendi asker yolları,
O sevgiyle bekledi mehmetçik sınırı,
O sevgiyle insanlar birbiriyle kaynaştı,
O sevgiyle rüzgar Süleyman’la konuştu,
Kalplerde küller üflendi, sevgi alevlendi;
O sevgiyle bulutlar toprakları suladı,
O sevgiyle Bilal ezanlarını okudu,
O sevgiyle Adem Habibullah’ı andı,
O sevgiyle dostlar kucaklaşıp sarıldı,
O sevgiyle kutsal emanetler kutsandı,
O sevgiyle Allah adını adının yanına yazdı,
O sevgiyle namaz vakitlerinde horozlar öttü,
O sevgiyle Fatih gemileri karadan yürüttü,
O sevgiyle Ebubekir sedire büründü,
O sevgiyle kabede hacer-ül esved öpüldü,
O sevgiyle Musa kekemeyken hatip oldu,
Yüreklerin alevi sükun buldu , sevgi közlendi;
O sevgiyle Veysel Karan-i annesini bekledi,
O sevgiyle bebek önce anne dedi,
O sevgiyle Ömer’in kılıcı kınına girdi,
O sevgiyle bayramlar coştu şenlendi,
O sevgiyle kuşlar ağaçlarda cıvıldadı,
O sevgiyle Nemrut’un ateşi İbrahim’i yakmadı,
O sevgiyle kelimeler lal olup gözler konuştu,
O sevgiyle Ali’nin zülfikarı kötüleri korkuttu,


Veysel Gülmez

"Mecnun değilsen sus!.."


"Aşkın tarifini sordum göçen kuşlara. Dediler göç... Dediler yanmaktır yaklaştıkça... Onun kaynağından tadan divanedir, sonra...Sonra bir şair kesti yolumu... “En yüce bir düştür benim aşkım. Görmeye değmez ki küçük düşleri” dedi ve ekledi: “Mecnun değilsen sus!..”

Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla..


“ Şüphesiz ki Allah'a isyandan sakınanlar, Rablerinin kendilerine verdiğini alarak cennetlerde ve pınar başlarında bulunacaklar. Kuşkusuz onlar, bundan önce dünyada güzel davrananlardı. Geceleri pek az uyurlardı.


Seher vakitlerinde de istiğfar ederlerdi. Mallarında, muhtaç ve yoksullar için bir hak vardı Kesin olarak inananlar için yeryüzünde âyetler vardır. Kendi nefislerinizde de öyle. Görmüyor musunuz? Semada da rızkınız ve size vadedilen başka şeyler vardır. Göğün ve yerin Rabbine andolsun ki bu vaat, sizin konuşmanız gibi kesin ve gerçektir. "(Zariyat 15-23)

Allah'ım!.. Bizi hem af,hem adam et!..


Duayı kabul eden, dilekleri veren, vermeyi murad edince el açtıran, ancak sevdiği kuluna dua ettiren, sevmediklerinin elini ve dilini bağlayan ve kendisine yönelmekten alıkoyan Allahım!..
Bizi affet!..
Biz, Sevgilinin nuruna lâyık olmaktan düştüğümüz için bu hale geldik.
O’na lâyık olabilmek kimsenin haddi değil… Fakat lâyık olunamayacağını bilmenin liyakati herkesin vazifesi… İşte bu son inceliğe lâyık olamadığımız için bu hale geldik.
O nur öyle bir nur ki, lâyık olmakta, topyekûn zaman ve mekâna, bu dünyaya ve ötekilere malik olmak var… Bu liyakatten düşmekte de, her türlü mahrumluk ve mahkûmluk…
Her türlü mahrum ve mahkûm olduk.
Bizi affet!..
O Nur’un vecd ve aşkı üzerimizdeyken, denizlere, yelkenleri ipekten ve çıpaları altundan kalyonlar indirdik; karalara da, yolunu viraneye çevirmek yerine mamureye döndüren ordular saldık. Padişahlara “Ayağa kalk, kanun huzurundasın” diye ihtar eden hâkimler yetiştirdik. Müspet bilgiler, medenî aletler, keşifler ve buluşlar, hep o Nur’un kendi fert ve cemiyet aynalarımızda tecellisinden… O Nur’u körleştirince de Şark’ın son 5 asırlık macerası içinde bir zamanlar yaban domuzu hayatı süren Garplının sürü hayvanı olduk.
Son yüz yıl içinde bizi bu halden kurtarmak isteyen hiçbir davranış şifa getiremedi. Zira o Nur’a yeniden liyakat ve bu liyakati yeni zaman ve mekâna tatbik etmek Şuurlaştırılmadı. Ters yollara sapıldı. Bu ilerinin ilerisi şuurun sahiplerine “mürteci” dediler; ve onları, asıl din gözünde suçlu, O Nur’a liyakati sıfıra indirici, vecd ve aşk mahrumu, din ve hikmet cahili kara yobazdan ayıramadılar.
Onları, bize böyle muamele ettikleri için değil, bizi, bu muamelenin altından kalkamadığımız için affet!..
Bizi, boynumuza geçirdikleri asırlık idam ipini kravat diye taktığımız için affet!.. Tek kelimeyle, “Müslüman” yaftası altında müslüman olamadığımız için affet!..
Ve bize; kendi öz yurdumuzda asırlardır lütfen iskâna tâbi muhacirlere benzeyen gerçek müslümanlara, O Nur’a liyakatin en ileri derecesini bahşet; ve ebediyet bestesinden şarkımızı ateşten ahenk helezonlariyle gönüllere nakşet!..
Duamıza öyle bir tesir ver ki, kezzabın mermeri yediği gibi nefsimizin bütün oyuncak mabutlarını yakıp erittiğini, senin mücerret ve münezzeh birliğin etrafında hiçbir inanış pürüzü bırakmadığını görelim; ve sun’î teneffüsle açılan bir baygın şeklinde bu milletin yavaş yavaş doğrulduğuna şahit olalım!..
Allah ım!.. Bizi hem af, hem adam et!..
Necip Fazıl Kısakürek

24 Mayıs 2010 Pazartesi

"Allah (c.c)' ın Rasulü sende mi ağlıyorsun?"




"Allah(c.c.)'ın Rasulü sende mi ağlıyorsun?" Çölden gelen bir bedevi, mescidde acı acı eski günlerden söz ediyordu. "Bende kız çocuğumu kendi ellerimle diri diri gömdüm." dedi bir ara."Kızımı elinden tutup çölün uzaklarına doğru götürdüm. Bir yeri kazmaya başladım. Zavallı herşeyden habersiz bana yardım etmeye çalışıyordu. Çukur derinleşince geri çekildim.Kızım çukurun başında derinliğine bakıyordu. Aniden sırtına vurarak onu aşağıya ittim. Baş aşağı çukura yuvarlanırken 'Babacığım!..' diye feryad ediyordu."Mescidde hıçkırıklar duyuldu..Merhamet volkanı patlamıştı yine..Hz. Muhammed ağlıyordu..


***


Mute harbinin ilk şehidi, üç bin kişilik islam ordusunun komutanı, azad edilmiş köle Zeyd olmuştu. O Zeyd ki Hz. Muhammed ile unutulmaz hatıraları paylaşmışlardı.Hz. Muhammed, Zeyd'in kızını görünce gözyaşlarını tutamadı.."O ne?" dedi Zeyd'in kızı."Allah(c.c.)'ın Rasulü sen de mi ağlıyorsun?"Evet, O da ağlıyordu."Dost, dostu için gözyaşı döküyor." dedi.


***


Sad hastalanmıştı. Hz. Muhammed, bu vefakar dostunu ziyarete gitti. Yanında bazı arkadaşları da vardı. Sad'ın hali karşısında gönlü dalgalandı. Bir mahzun oldu. Ağlamaya başladı..Artık hiç kimse gözyaşlarına mani olamadı..

En büyük vefa..


Bir ebem kuşağıdır ölüm,
Yalnız geçilir altından devcesine…
Ölüm, Yaradana çıkan yollarda iki Cihan Efendisini arayıştır, buluştur.
Kavuşmanın ılıman heybeti, oradaki gerçek hayata iklim olacaktır.
Geride kalanların gönderdiği kalb sıcaklığında Fâtihalar,
tebessüm yüklü gerçek saadeti taşır dururlar.

Bu, oğlumun Fâtihası, bu kızımın.
Bunlar da can ciğer dostlarımın Elham Sûreleri…
Gelecektim efendim. İşte geldim. İyiliklerimle, sevincimle, bitip tükenmez hasretimle.
Geldim efendim. Dünyada senin için sevinmiş, senin için gülmüş,
senin için karanlıklar hacminde usul yanan mum gibi sessizce tükenmiştim.
Ne kendim utandım, ne dostlarımı utandırdım, ne seni Efendim.
İşte geldim, işte geldim…
Yüreğim yalansız, bedenim haramsız ve yanımda Fâtihalarla…
Seccade kadar mülküm, seccade kadar masam ve seccade kadar toprağımla öylesine zengindim ki…
Hepsini kucak dolusu şükürlerle değiştim…

Geldim Efendim
Döndüm Efendim
Ay, hilalken şahittir.
Erikler çiçek açarken, civciv avucumu ararken şahittir.
Bayram sabahlarında üç ayağını bağlayıp da toprağa yatırdığım
güzelim kurbanlıkların gözlerime bakan gözleri şahittir.

Çektiğim ilk tespihin ilk tanesi, içtiğim son zemzemin son damlası, gördüğüm ilk elif şahittir.
Üzerine basmadığım karıncalar, öptüğüm toprak, kokladığım ilk fesleğen şahittir.
Yediğim ilk kardaki serinlik, selam verdiğim ilk komşum, yazdığım ilk yazı, çizdiğim ilk çizgi şahittir.
Âmentü şahittir, ancak Yaradana kul olmaya çalıştım, Efendime hizmetkar…

Geldim Efendim
Döndüm Efendim
Bir ebemkuşağıdır ölüm

En haşmetli gerçek, en müzeyyen hakikat
Ve ancak dünyayı tanıyabilenlerin tadabileceği son “armağan lezzet.”
Şu dünyada herkese yer ayıran “âdik adalet”!

Hayret… Zindandakine de “Merhaba” diyor, zindancıya da.
Doktora da, hastasına da Çırağa da gülüyor, ustasına da…
Allah yolunda şehit olan cana da diyor, şehit olmaya çalışanlara da…

Bir ebemkuşağıdır ölüm
O kadar uzak ve o kadar yakın,
hem o kadar da büyük.

Bütün güller onun dizi dibinde.
Ağaçlar, ülkeler, yeryüzü ve kâinat dizi dibinde.
Biz onun dizi dibindeyiz.
Uyurken, uyanıkken, yolculukta, sevinirken, üzülürken, kızarken hep yanımızda ve yakınımızda.

ÖLÜM HİÇ UNUTMAYAN EN BÜYÜK VEFÂ…
Yorgunluğun tükenişinde o var O, hırsa fren, bitmişliğe sigorta.
Ebedî yarınların aralık duran davetkar kapısı.
Karanlıktan aydınlığa ve aydınlıktan aydınlıklara uzanan yegâne yön.
Ve en erkek işaret…
Ey ölüm, sana hayranlığımız tükenmeyecek…

21 Mayıs 2010 Cuma


Ey insan, aklını başına al! hiç mümkün müdür ki, bütün enva-ı mahlukatı sana müteveccihen muavenet ellerini uzattıran ve senin hacetlerine "lebbeyk!" dedirten zat-ı zülcelal seni bilmesin, tanımasın, görmesin?

Ey Sevgili...


Sevgili...

Ben Veysel'im,

Kenan illerinde hasretini soluyan,

Hırkana bürünürüm karanlıkta kaybolduğumda

Dört taraftan vururlar bana

Vururlarda söyletemezler sensizliği,

Sümeyye gibi develer ayırır bedenimi...

Hamza'yım Ey Sevgili,

Uhud 'dayım tam önündeyim

Vahşi'nin mızrağı deler geçer yüreğimi,

Gel de okşa ne olur oyulmuş kalbimi,

Hind değil hasretin acıtır onu.



* * * * * * * * * * * * * *



Ben Grozni'yim,Keşmir'im ,Kandahar'ım...

Saraybosna'yım , Hama'yım, Buhara'yım...

Bağdat'ım,Moro'yum,Türkistan'ım,Ahıska'yım...

Halepçe'yim,Kırım'ım ,İstanbul'um.

Ben kurşunlara evlad vermiş anneyim

Kurşunlardan sakındığı bedeniyle seni özleyen

Taş atan bir Filistinli'yim.

Gel öp bizi alnımızdan

Gel sev bizi kanayan yaralarımızdan.

Ey Sevgili...

Ey Muhammed...( s.a.v.)

12 Mayıs 2010 Çarşamba


Allah bir insana kendi eksik gören göz nasip ederse;

başkalarında eksik gören gözü de artık görmez olur.

Derdi dünya olanın dünya kadar derdi olurmuş.